9 Şubat 2012 Perşembe

Cehenneme Giden.

Aslında bu eski bir yazı. Öyle gezerken bilgisayarımda ki klasörlerin arasında fark ettim. Paylaşmak istedim.

Dinlenecek Müzik



Karanlık bir odanın içerisinde ki saatin çıkardığı ses, bir demircinin kızgın demire vurduğu çekiçti adeta hayallerimin içinde. Toplanmamış bir sofrada ki iki günlük yemek artıklarının salgılayabileceği kadar berbat ve bir o kadar da düşündürücü bir kokudan tiksinerek odayı toplamadan oradan uzaklaşmak gibiydi karanlık olan oda da oturmak. Ya da oturmaktı işte, yalnızca karanlık bir oda da oturmak. İçimde bir his var, ne olduğunu tam olarak bilmiyorum.Sanırım bu karanlık odanın içerisinde birkaç yıldır oturuyorum. Düşünüyorum, nefes alıyorum, konuşabiliyorum hatta yürüme yetisine bile sahibim.Peki neden hiçbir işlevimi gerçekleştirmeden yalnızca oturuyordum? Sebebi açık değil mi? Oturuyordum işte, karanlık bir odanın içerisinde, bir başıma ve sessizce.

Saatin sesini susturmak için pilleri çıkarmak gerekiyordu ve ben de ayağa kalkıp o pilleri çıkardıktan sonra kapının eşiğinin altında ki ışığı görüp bir merakla kapıya yönelebilir, kapıyı açabilirdim. Oysa ben değil saati susturmayı düşünmek, saate bakmadım bile. Beni bu odaya son kez kapatan şey bir öncekinden farklı değildi ve tabi ki birazdan bu odadan çıkmamı sağlayacak sebep de yine aynı. Nedense bir sıcaklık hissetmeye başlamıştım, yavaş yavaş artan bir sıcaklık. Bi kaç kas hareketi sayesinde üzerimdeki tişörtü çıkarabildim. Bir süreliğine rahatladım, ardından sıcaklık yine artmaya ve beni rahatsız etmeye başladı. Aslına bakarsanız rahatsız olan bişey vardı ama o ben değildim. Zamanında beni bu karanlık odaya kapatan içimde ki karanlık, rahatsız olmaya başlamıştı. Ardından duvarda ki saatin çekiç misali gürültüsünden başka her sesi unutmuş olan kulaklarım, bir ses anımsadı. Birisi gülüyordu. Yüzümde anlamsız bir ifade oluştu. O kişinin neye güldüğünü bilmeden ben de gülümsüyordum. Ses kapının arkasından geldi. Ayağa kalkmak için yeltendim. İçimde ki karanlık bir anda oturduğum yere itti beni ve kulağıma bişeyler fısıldadı. Bana dedi ki “Ne kadar bencil bir varlık olduğunu unuttun mu? Sen değilmiydin seni sevmemesine rağmen belki olur diyerek 9 ay bekleyen. Sen değilmiydin ona saçma sapan sevgi sözleri söyleyen. Sen değilmiydin geceler boyu sırf seni sevmiyor diye ağlayan. Bencilsin, hem de çok bencil.” bir an da beynimden vurulmuşa döndüm, haklıydı. Çok bencillik yapmıştım ve kötü bir insan olmuştum. Yalnızca bir ütopyanın peşinde koşuyordum. Seviyordum ve bir salak gibi sevilmeyi bekliyordum. İçimde bir ses vardı. Bu sesi duymuyor adeta hissediyordum “Sakın ümidini kaybetme. Nasıl bir bebek yürümeyi defalarca dener ama çoğu deneyişinde ilk adımda yere düşerse, sen de sevilmeyi denedin ama ya ilk adımda düştün ya da ikinci adımda. Ne zaman ki bebek düşmekten korkmaz, herşeye rağmen yürümeyi dener, işte o zaman yürür. Artık korkma düşmekten. Bu bir ütopya değil, kendinden emin ol ve kalk ayağa. Bu sefer olacak.” Odanın içerisinde ufak bir ışık gördüm. Işık, köşede ki kapının altından geliyordu. O ufacık ışık benim içimi bir an da aydınlatıvermişti. Ellerimle, oturduğum koltuğun başlarından tuttum ve biraz zorlanarak da olsa ayağa kalkmayı becerdim. Yürüdüm, iki üç adım sonra tökezledim, ama her adım da, ışığa daha da yaklaşıyordum ve içimde ki ümit besliyordu cesaretimi. Bir anda doğruldum ve yürüdüm. Kapıya ulaştığımda tereddüt ettim. İçimde ki karanlık kendini bir daha gözükmek için kalbimin derinliklerine saklanmadan önceki son sözlerini söylüyordu. “Gitme” diyordu, “Aynı acıları yeniden yaşayacaksın, bu sefer çok daha büyük bir pişmanlıkla.” Tam o an da bir şekilde istemsiz olarak açtım kapıyı. Yeniden doğmuştum. Gözlerim ilk defa görüyordu, kulaklarım net olarak işitebiliyordu artık o gülücükleri.

Karşımda bir insan, bir kadın, bir melekti adeta. Milyonlarca insan vardı kapının dışarısında. Belki de karşımdakinden çok daha yüksek ihtimali olan beni sevmek adına, ama gözlerim görmüyordu bir başkasını ki kulaklarım da işitmiyordu zaten ondan başkasını. Bedenim hareket etmeye başladı. Hareketlerim hızlandı. Yanına vardığımda ise konuşma yetisini kaybettiğimi düşünürken, çoktan çatlamış olan kuru dudaklarımın arasından tek bir kelime çıktı. Merhaba! Çevirdi kafasını doğruca bana ve baktı bir süre suratıma. Korkmaya başladım. Yo hayır. Bu olmamalıydı. Bir kez daha olamazdı, eğer bu böyle olacaksa neden çocukken anlatılan masallarda farklıydı. Yoksa masallar, masallar yalan mıydı, ya da tek yalan ben miydim, sessiz ve karanlık odasında, bir daha kapıyı asla açmamak adına, bağlarken kendini eski bir koltuğa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder