22 Şubat 2012 Çarşamba

Serenay'a ithafen


Yine Serenay okusun diye birşeyler yazdım. (o hep okuyor)

İnsanların bu kadar bencil olduklarını görmek beni çok üzüyor. Herkes kendi dünyasında yaşıyor ve kendi yarattıkları karaktere ters düşen şeylere yanlış gözüyle bakıyorlar. Bir insan'ın kendi yarattığı karakter her yerde bi punk'çı gibi dans ederken başka birinin diğer bir arkadaşıyla kendi aralarında çocukça şakalaşması o kişiye yapmacık geliyor. Eğer bir kişinin kesin bir doğrusu varsa, daha doğrusu o kişinin kendi tezi karşısında duran bir olgu varsa o kişinin tezi kişiye mutlak doğruymuş gibi gelir. Kendi tezinin karşısında duran her fikir yanlıştır ve saçmadır. Bu nedenle siz kötü olursun siz aptal olursunuz ama o kendi dünyasında mutlak doğruya ulaşmış bir bireydir.

İşte bu nedenle aramızda ki güven duygusu gitgide kayboluyor. Birbirimize içten gülemiyoruz, gülücüklerimizin çoğu şartlı refleks. Bilmiyorum, belki de bu sadece bende oluyor. İnsanların yanlarından geçerken çoğuna selam verip geçiyorum ve selamıma selam veren insanların (selam vermeyenler de oluyor) yalnızca bazıları gerçekten selam veriyor bana. Eskiden Merve'ye çok değer verirdim o da bana çok değer verirdi. Ama onun artık başka arkadaşları var başka dostları var. Bunu söylememin sebebi şu ki eskiden biriyle çok önemli bişey konuşurken bile Merve dönüp bana seslendiğinde direk muhabbetimi kesip onla konuşurdum. Ona değer verirdim ve ona değer verdiğim için başka kimseye öyle yakın olma ihtiyacı duymadım. Merve bir gün gitti ve bir daha geri gelmedi. Bedeni hala sınıfa gidip geliyordu ama ya artık bi ruhu yoktu ya da bana göstermiyordu. Ve sonuç olarak yalnız kaldım.

Yalnızlık deyince aklıma iki video geldi. Normal de daha yazmak isterdim ama. Bu iki video herşeyi yeterince anlatır bence.

Ali'nin 8 günü filminden.



Bana bir şeyhler oluyor oyunundan.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Yazsam yazsam ne yazsam


 Serbest çağrışım geldi aklıma bu yazıya başladığımda. Çünkü canım bişeyler yazmak istedi ama bu yazmak için yazmak değil. Yani bana göre bi insan bi konuya sahipse bişey yazmalı sırf bişeyler yazmak için kendini kasarak yazılmış olan yazılar güzel olmaz. Benim tabirimle ruhu yoktur onların. Ama bu öyle de değil. (Yazarken bi an da ama ile başlamak cümle düşüklüğüne yol açar mı diye düşündüm. Neyse $!*#&@ et .) Yani bişeyler yazasım var ama belli bir konuya sahip değilim. Müslüm Gürses'in Nilüfer isimli şarkısı çok güzelmiş, beğendim bayaa. Belki de ruh halim sabahtan bu saate kadar yavaş yavaş bu şarkının tonlarına geriledi buna emin değilim. Her neyse şu baş kısımda yaptığım lagaluga bitsin artık, biraz daha gerçek şeylerden bahsedelim.

Yaşamak ve Ölmek

Uyuşturucu yasal mı olmalıdır ?

Ben 6 yaşındayken sabah kalktığımda kahvaltı masasına oturunca canım bir şeyler yemek istemezdi, acaba Somali de 6 yaşında bi çocuk uyandığında ne yapıyor ?

Bawingl Thir isimli adamın garip hikayesi.

Aklımda şu 4 konu var hakkında yazmak istediğim. Hangi birini yazsam bir türlü karar veremedim o yüzden ilk yazdığımı yazmaya karar verdim. (Yine bi yanlış cümle kaygısı yaşadım)

Yaşamak ve Ölmek 

Bir nefes verirsin, sonra bir daha alamazsın. Tüm yaşadıkların, öğrendiklerin, çabaların, öğrettiklerin, sevdiklerin, gördüklerin, yediklerin, dövdüklerin, öptüklerin bir an da yok oluyor. Ne kadar garip ya. Çok ürkütücü bir şey. Bir daha yaşamamaktan ziyade bu kadar uğraşılarak kurulmuş bir hayatın yok olması düşüncesi daha çok üzer beni. Çok sevdiğim bir söz vardı. Tam olarak bu şekilde miydi, emin değilim. “Ekmeğin sert tarafını yiyemeyecek yaşa geldiğinde, yaşadıklarından çok yaşayamadıkların için pişmanlık duyuyorsun” İşte bu söz beni yaşamın her saniyesinden zevk almak için inanılmaz derece de teşvik ediyor. Zaten önemli olan şey bir hissin uzun soluklu olmasındansa olabildiğince üst seviye de olmasıdır. Yani yaşamak derken aslında ben yaşamak kelimesinin tam anlamını gösterebilecek bir biçimde yaşamaktan bahsediyorum. Dünya da ki bütün farklı yemekleri yemek istiyorum. Bütün farklı içecekleri içmek istiyorum. Bütün enstrümanları çalmaya çalışmak istiyorum. Bütün Dünya'yı gezmek istiyorum ama yapamayacağım. Yine de bu bahsettiğim şeylerin bir kısmını yani hiç yoktan ölünceye kadar yediğim en az 450 farklı yemek olsun. İçtiğim 1200 farklı içecek olsun. En az 40 farklı enstüman'ı çalmaya çalışayım. En az 10 ülkeyi gezeyim. İşte o zaman kendimi biraz daha gerçekte olması gerektiğini düşündüğüm yaşamak kavramına yakın hissediyorum. Sigarayı azaltmıştım ama yine günde 1 paket içmeye başladım. Yahu iyi de sigara içmek bana keyif veriyor. O zaman hiç kusura bakmayın ben Dünya'ya sağlıklı olmak için değil, yaşamak için geldim. Ve yaşadığım için kimse bana kızamaz. Saygılarımla.

9 Şubat 2012 Perşembe

Cehenneme Giden.

Aslında bu eski bir yazı. Öyle gezerken bilgisayarımda ki klasörlerin arasında fark ettim. Paylaşmak istedim.

Dinlenecek Müzik



Karanlık bir odanın içerisinde ki saatin çıkardığı ses, bir demircinin kızgın demire vurduğu çekiçti adeta hayallerimin içinde. Toplanmamış bir sofrada ki iki günlük yemek artıklarının salgılayabileceği kadar berbat ve bir o kadar da düşündürücü bir kokudan tiksinerek odayı toplamadan oradan uzaklaşmak gibiydi karanlık olan oda da oturmak. Ya da oturmaktı işte, yalnızca karanlık bir oda da oturmak. İçimde bir his var, ne olduğunu tam olarak bilmiyorum.Sanırım bu karanlık odanın içerisinde birkaç yıldır oturuyorum. Düşünüyorum, nefes alıyorum, konuşabiliyorum hatta yürüme yetisine bile sahibim.Peki neden hiçbir işlevimi gerçekleştirmeden yalnızca oturuyordum? Sebebi açık değil mi? Oturuyordum işte, karanlık bir odanın içerisinde, bir başıma ve sessizce.

Saatin sesini susturmak için pilleri çıkarmak gerekiyordu ve ben de ayağa kalkıp o pilleri çıkardıktan sonra kapının eşiğinin altında ki ışığı görüp bir merakla kapıya yönelebilir, kapıyı açabilirdim. Oysa ben değil saati susturmayı düşünmek, saate bakmadım bile. Beni bu odaya son kez kapatan şey bir öncekinden farklı değildi ve tabi ki birazdan bu odadan çıkmamı sağlayacak sebep de yine aynı. Nedense bir sıcaklık hissetmeye başlamıştım, yavaş yavaş artan bir sıcaklık. Bi kaç kas hareketi sayesinde üzerimdeki tişörtü çıkarabildim. Bir süreliğine rahatladım, ardından sıcaklık yine artmaya ve beni rahatsız etmeye başladı. Aslına bakarsanız rahatsız olan bişey vardı ama o ben değildim. Zamanında beni bu karanlık odaya kapatan içimde ki karanlık, rahatsız olmaya başlamıştı. Ardından duvarda ki saatin çekiç misali gürültüsünden başka her sesi unutmuş olan kulaklarım, bir ses anımsadı. Birisi gülüyordu. Yüzümde anlamsız bir ifade oluştu. O kişinin neye güldüğünü bilmeden ben de gülümsüyordum. Ses kapının arkasından geldi. Ayağa kalkmak için yeltendim. İçimde ki karanlık bir anda oturduğum yere itti beni ve kulağıma bişeyler fısıldadı. Bana dedi ki “Ne kadar bencil bir varlık olduğunu unuttun mu? Sen değilmiydin seni sevmemesine rağmen belki olur diyerek 9 ay bekleyen. Sen değilmiydin ona saçma sapan sevgi sözleri söyleyen. Sen değilmiydin geceler boyu sırf seni sevmiyor diye ağlayan. Bencilsin, hem de çok bencil.” bir an da beynimden vurulmuşa döndüm, haklıydı. Çok bencillik yapmıştım ve kötü bir insan olmuştum. Yalnızca bir ütopyanın peşinde koşuyordum. Seviyordum ve bir salak gibi sevilmeyi bekliyordum. İçimde bir ses vardı. Bu sesi duymuyor adeta hissediyordum “Sakın ümidini kaybetme. Nasıl bir bebek yürümeyi defalarca dener ama çoğu deneyişinde ilk adımda yere düşerse, sen de sevilmeyi denedin ama ya ilk adımda düştün ya da ikinci adımda. Ne zaman ki bebek düşmekten korkmaz, herşeye rağmen yürümeyi dener, işte o zaman yürür. Artık korkma düşmekten. Bu bir ütopya değil, kendinden emin ol ve kalk ayağa. Bu sefer olacak.” Odanın içerisinde ufak bir ışık gördüm. Işık, köşede ki kapının altından geliyordu. O ufacık ışık benim içimi bir an da aydınlatıvermişti. Ellerimle, oturduğum koltuğun başlarından tuttum ve biraz zorlanarak da olsa ayağa kalkmayı becerdim. Yürüdüm, iki üç adım sonra tökezledim, ama her adım da, ışığa daha da yaklaşıyordum ve içimde ki ümit besliyordu cesaretimi. Bir anda doğruldum ve yürüdüm. Kapıya ulaştığımda tereddüt ettim. İçimde ki karanlık kendini bir daha gözükmek için kalbimin derinliklerine saklanmadan önceki son sözlerini söylüyordu. “Gitme” diyordu, “Aynı acıları yeniden yaşayacaksın, bu sefer çok daha büyük bir pişmanlıkla.” Tam o an da bir şekilde istemsiz olarak açtım kapıyı. Yeniden doğmuştum. Gözlerim ilk defa görüyordu, kulaklarım net olarak işitebiliyordu artık o gülücükleri.

Karşımda bir insan, bir kadın, bir melekti adeta. Milyonlarca insan vardı kapının dışarısında. Belki de karşımdakinden çok daha yüksek ihtimali olan beni sevmek adına, ama gözlerim görmüyordu bir başkasını ki kulaklarım da işitmiyordu zaten ondan başkasını. Bedenim hareket etmeye başladı. Hareketlerim hızlandı. Yanına vardığımda ise konuşma yetisini kaybettiğimi düşünürken, çoktan çatlamış olan kuru dudaklarımın arasından tek bir kelime çıktı. Merhaba! Çevirdi kafasını doğruca bana ve baktı bir süre suratıma. Korkmaya başladım. Yo hayır. Bu olmamalıydı. Bir kez daha olamazdı, eğer bu böyle olacaksa neden çocukken anlatılan masallarda farklıydı. Yoksa masallar, masallar yalan mıydı, ya da tek yalan ben miydim, sessiz ve karanlık odasında, bir daha kapıyı asla açmamak adına, bağlarken kendini eski bir koltuğa.

Bu yazı için uygun şarkı bulamadım.


Bir süredir canım sıkkın. İçimde devamlı düşüyormuşum gibi bir his var. Nedense bir türlü mutlu olamıyorum. Yani burada bahsettiğim mutluluk öyle 2-3 dakika güleyim edeyim değil. Şöyle harbi harbi rahatlamaktan bahsediyorum. Aslına beni bu duruma sokan benden başkası değildi. Çok sevdiğim bi şair var onun bi şiirinin ilk cümlesiydi “Ben ara sıra aşık olurum”. Ben de ara sıra aşık olurum. Fakat şöyle bir tezat durum var ki ben bir şeyi istersem elde ederim ama o şeye aşık olursam kesinlikle o şey benden olabildiğince uzağa gider. Bi film de mi vardı şöyle bir replik tam hatırlayamıyorum ama seviyorum bu repliği de. “Küçükken ailemizden sevgi görmediğimiz için her başımızı okşayanı aşk sanıyoruz.” Evet ben çoğu defa başımı okşayan bi el gördüğümde aşık oldum ona. Ama sonuncusu biraz farklıydı. Yani diğer tüm aşk ilişkilerimde başından beri içimde bir umut vardı belki bişeyler olur diye. Ama bu sefer o da olmadı. Çünkü onun karmaşık dünyasında bana yer yoktu. En azından o pozisyon için. Doluydu belki de o yer. Her neyse pek de umursamadım bu durumu sevdim ben yine içten içe. Fakat kendimde şöyle bir yanlış gördüm ki ben onun yanında olunca çocuklaşıyorum. Kendimi rahat hissedemiyorum ve ona kendimi sevdirmek isterken saçmalıyorum. Hani 7-8 yaşında ki erkek çocukları bi kızdan hoşlanıyordur da kendini ifade etmeye çalışıp ifade edemeyince de bağırır çağırır kız da ondan kaçar ya. Bizimkisi de o misal. Farkındayım çoğu zaman onu kırdığımın, bazen onu incittiğimin. Ama bu durumumun altında yılların birikmişliği var. İşin aslına dönersek böyle ergen ergen bişeyler yazmak istemezdim hatta küfür etmek de istemezdim ama sikerim öyle işi babacım. Aşığım, karşılık bulamayacağımı biliyorum ve her geçen dakika onu kendimden daha da uzaklaştırıyorum... Lanet olsun.