Ayaklarımın
altında acımasızca ezdiğim ufak çakıl taşları rahatsız
ettiği için yerimi değiştirmiştim. Müziğin sesi kısıktı ama
dinleniyordu. Hava kararalı 20 dakika olmuş hafiften esen rüzgar
vücudumu okşayarak geçerken elimde ki sigarayı aşağı düşürdü.
Rüzgara dayanamadı sigara ve yere düşmesi tam 5 saniye sürdü.
Bitmek üzere olan bir sigara izmariti için önemli bir zaman
dilimi. Daha önce hiç insanlara böyle bakmamıştım. Az önce
yere düşen sigara izmariti kadarlar. Herkes bi telaş içinde
biyerlere ilerliyor. Acaba bişey mi oldu diye bir soru belirdi
kafamda. Saat 20:52. Bu saatte neden bu kadar telaşlı bu insanlar.
Daha sonra telaşlı yürüyenlerden biri olan sarı gömlekli bir
çocuk bir anda durdu. Tam olarak Benim durduğum yerin aşağısındaydı
ve birden bana döndü bakışları. O durunca etrafında ki diğer
insanların telaşında bi azalma gördüm. Arabalar yoldan çıkmaya
başladı, geri dönüyorlardı. Az önce nerdeyse koşarak sol
tarafa doğru ilerleyen yaşlı bir amca geri döndü ve inanılmaz
yavaş bir biçimde o ve geriye kalan tüm telaşlılar çocuğun
durduğu yere doğru ilerledi. Anlam veremediğim bir ışık hüzmesi
arkamdaydı ve aşağıyı aydınlatıyordu. Neden bu kadar insan
aynı yere toplanmıştı. Binanın balkonlarına bakmaya çalıştım
acaba orada mı bişey oldu. Lanet olsun insanlar balkondan bana
doğru bakıyor. Gözlerinden çıkan enerjiyi bütün damarlarımda
hissedebiliyordum. Bir an da birşey oldu. Aşağıda ki kalabalık
anlam veremediğim bi biçimde papatya tarlasına dönüştü. Bütün
binaların yerini kocaman ağaçlar aldı. Eskiden kilise’nin
olduğu yerde Kasımpatı çiçekleri vardı. Ben ormanda ki en büyük
ağacın üzerinde ayağa kalkmış ve ellerimi iki yana doğru
açmıştım. Çıplaktım ve kendimi çok özgür hissediyordum.
Arkamdan yumuşak bir rüzgar geldi ve o rüzgarla kanatlandım,
papatya tarlasına doğru yumuşak bir inişe geçtim. Yaklaşık 20
saniye sürdü inişim. Herşeyin yavaşladığını görebiliyordum.
Uçan kuşlar engin denizlerde ki minik dalgalar gibi kanat
çırpıyorlardı gök yüzünde. Papatyaların süslediği ve
arkamdaki ışıkla aydınlatılmış olan bu düzlüğe inerken
ışığa doğru döndüm ve gözlerim kamaştı ışıktan. O kadar
parlak bir ışıktı ki o, artık tamamen kapalıydı gözlerim.
Yine de hissedebiliyordum kollarımın ve bacaklarımın arasından
geçen rüzgarı. Sonunda yere indim ve papatyalar birer mayın gibi
patladı. Hatırladığım son şey buydu. Gözlerimi açtığımda
bi ağaç oyuğunun içindeki damarlardan birinin üzerinde uzanırken
gördüm kendimi. Yanımda bi sincap vardı ve solumda ki ses çıkaran
kestanelerle ilgileniyordu. Yavaş yavaş ağaç oyuğu soğuk
duvarlara dönüşmeye başladı. Üzerine yattığım bir ağacın
damarı değil bir hastane yatağıydı suratımda ve vücudumda
yapraklar olduğunu sanıyordum oysa ki onlar az önce kestane
sandığım yaşam ünitesinin besleme cihazlarıymış. Sincap bir
an da hemşireye dönüştü. Konuşuyordu “Belinle beraber tam 14
kemiğini kırmışsın ama iç organların zarar görmemiş, şanslı
adamsın” İşte o an tüm hikaye daha berrak bir şekilde gözümün
önüne gelmeye başladı. O gün Jamie Lull’ile birlikte bir çay
bahçesinde kahve içiyorduk. O bana itiraflarda bulunmaya başladı
ve ben tüm yaşantımı bağladığım Jamie Lull’un aslında beni
kullandığını öğrendiğimde cüzdanımı kasaya doğru
fırlatarak eve kadar koşmuştum. Bulduğum bir şişeyi içki
sanarak yanıma almış ve çatıya çıkmıştım. Eve girerken
çıkardığım ayakkabılarımı evden çıkarken giymediğim için
çatıda ki çakıl taşları ayağımı acıttı ve ben de çatının
duvarına çıkıp bir sigara yaktım. Aşağıdan bir rap çetesi
geçiyordu son ses müzik açmışlardı onları görmeye çalışırken
düşecek gibi oldum ardından dengemi sağladım ama sigaram düştü
ardından arkamda ki reklam tabelası beni aydınlatmış olacak ki
yolda beni gören herkes olduğum yere doğru koşturmaya başladı
bir elimde ispirto şişesi vardı diğer elimle onlara hareket
çekiyordum. Bir Kartal olup kaçmak istedim bu diyardan ve atladım
çatıdan... Uçamamışım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder